Türkiyede en büyük şirketlerin bile sistem oturtmakla ilgili bir çok sorunu var. Verimli çalışma konusu da bir hayli tartışmalı. Uluslararası firmalar dahil Türkiyede çalışırken yurtdışında uyguladıkları standardların çoğunu uygulamıyor veya uygulayamıyor. Aynı firmaların diğer ülkelerdeki çalışma koşullarıyla veya sistemiyle karşılaştırdığımız zaman arada çok ciddi farklar olduğunu görebilirsiniz. Ancak tüm bunlara rağmen her şeyi normalleştiriyoruz.

Bulunduğumuz yeri geliştirmek yerine kötülüyoruz.

Hangi organizasyonun içinde olursak olalım bir şekilde sorunları yüz üstüne çıkartıp kötüleme politikamız var. Üniversitedeyken, üniversite ve onun iç işlerini yönettiği sistem eleştirilir. Herkes sistemdeki kusurları çekinmeden, acımasızca eleştirir bir çoğu da yapıcı değildir. Yapılan hatalara en sert şekilde tepkiler gösterilir ve insanlar kendi haklı olduğu noktalarda kendilerini deşarj edene kadar anlatmaya devam ederler. Bir şirkette çalışmaya başlanır. Bu süreç yine aynı şekilde işler. Değişen tek şey üniversitenin değil de şirketin iç süreçleridir. İnanın kaç yıllık olduğunuz veya seviyeniz konuyla ilgili değildir. Bu bir vizyondur ve yapıcı olma isteği ile ilgilidir. Artık üniversiteden yeni mezunlar bile şirketi aynı bakış açısıyla eleştirmeye başlar. Şirketin sistemi hakkında sadece şikayetlerde bulunulur. Herhangi olumlu bir davranış beğenilmez. İyi şeyler yapmaya çalışan herkes sanki en mükemmelini yapması gerekiyormuş gibi eleştirilir. Birileri bir şeyleri yapamadığında, diğerleri haklı çıktıklarını düşünerek böbürlenir.

İnsanları haksız olduklarına dair harcadığımız çabanın onda birini içinde bulunduğumuz yeri ileriye götürmek için harcasak, eminim ki çok daha istikrarlı bir çizgimiz olurdu. Gelişim hiçbir zaman bir anda, bir saatte veya bir gece de olan bir şey değildir. Bu durumu hayatımızın her alanında kabullenmemiz gerekiyor. İyi şeyler yapmaya çalışanlara destek olmalıyız. Olağan düzenden farklı düşünen insanları dinlemeliyiz. Edinebileceğimiz farklı bakış açılarını edinmeliyiz. Eleştiri yapmayacak mıyız? Tabi ki de yapacağız ancak bulunduğumuz yeri geliştirmek amacıyla yapmalıyız. Kendimizi tatmin etmek için değil. Ya da haklı olduğumuzu insanlara göstermek için de değil. İşin komik tarafı, bu şekilde sürekli haklı olup içinde bulunduğumuz sistemde bir şeyler değişmiyorsa sizce de bir sorun yok mu? Yani her zaman haklıyız, her zaman doğruyuz, birileri bizlerin gözünde sürekli ya yanlış şeyler yapıyor ya da boş şeylerle uğraşıyor ama biz hep haklıyken, içinde bulunduğumuz sistem ne bir adım ileri gidiyor ne de bir adım geri gidiyor. Sürekli aynı yerde aynı hatalarla, aynı sorunlarla uğraşıyoruz. Bir de pratiğiz sürekli karşımıza çıkan bu hatalara o kadar aşinayız ki çok hızlı problem çözerim diye övünüyoruz. Ama hiçbir zaman durup bu hataların neden sürekli karşımıza çıktığı ile ilgili bir zaman ayırmıyoruz. Hataları çıktıkça çözmeye odaklanıyoruz. Birileri de bu hataların temeline inmek istediği zaman da “Dünyayı sen mi kurtaracaksın” havasına geçiyoruz. Üzücü olan kısmı da burası zaten. Kimsenin böyle bir noktada dahi kendisine dönüp bakmaması. Yapılan her şey kendilerinin haklı veya haksızlıkları üzerine olup olmadığı. Çok derin ve ciddi bir sorun. 

Dört yıl boyunca okuyup öğrendikleriyle geriye kalan 60-70 seneyi idare etmek isteyen bir nesil insan var. Belki de daha fazla. Anlamadığım nokta nasıl olurda dört beş sene de öğrenilenlerle yetmiş yıl idare etmeyi göze alır insanlar ve rahatsız olmazlar. Sürekli öğrenmeyi, yenilikçi olmayı nasıl bu denli reddeder. Hatta bırakın kendimizi geliştirmeyi, başka insanlara da yaptıklarımızla övünüyoruz. Kendini geliştirmek isteyenlere de bunun bir sonu yok diye öğütler veriyoruz. “Şimdi gençlik enerjisiyle yapıyorsun üç sene sonra görücem seni” diye bir de tecrübe kokan tavırlarla konuşuyoruz. Yani öyle bir noktaya gelmiş ki kişi, zamanla edindiği tecrübesi onu “Öğrenicem de ne olacak? Bana ne kazandıracak?” noktasına götürmüş. Bir insan kendi öğrendikleriyle bu noktaya geliyorsa ve rahatsız olmuyorsa hepimizin öğrenme kavramını yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor. Bir yerlerde birilerinin çok büyük hatası var demektir.

Tüm konuyu bildiğimiz noktalardan değerlendirmek yerine. Bilmediklerimizi eleyerek ilerlediğimizde de çok ciddi değerlere ulaşabiliriz. Ama önce bilmediğimiz şeyleri kabullenmekle başlamalıyız. Bilmediklerimizi kabullenmek için yaş, tecrübe, seviye veya kazanılan başarılardan bağımsız bir yerde olmalıyız ki tamamen tarafsız olalım. Bildiklerimizin bir sınırı var. Ön yargılarımız bildiğimiz şeylerden dolayı oluşuyor zaten. Ancak bilmediklerimizin bir sınırı yok o yüzden bilmediklerimiz kadar kendimizi geliştirebilecekken, bildiklerimize neden bu kadar güvenip küçük bir kafeste tıkılıp kalıyoruz ve daha fazla alanımızı genişletemiyoruz?